30 Mayıs 2017 Salı

LİDER



10 Ekim 1965 yılında yapılan genel seçimleri Süleyman Demirel’in genel başkanı olduğu AP yüzde 52 oy alarak kazanır.

Mecliste yapılan yemin töreni sonrası koridorda CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve Süleyman Demirel karşılaşırlar.

Karşılıklı selamlaşma ve kutlamadan sonra İsmet İnönü, Demirel’e  ‘’Süleyman bey TBMM’nin kaç basamağı olduğunu biliyor musunuz ‘’  diye sorar.

Süleyman Demirel şaşkın bir yüz ifadesiyle ‘’Bilmiyorum Sayın İnönü’’ diye cevap verince İsmet İnönü tatlı-sert bir ses tonuyla ‘’Öğrenin öğrenin bunlar önemli’’ der, ve yürür gider.

İki genel başkan birkaç gün sonra tekrar karşılaştıklarında Süleyman Demirel heyecanla İsmet İnönü’ye yaklaşarak ‘’Meclisin basamak sayısını öğrendim Sayın İnönü’’ der. Ve kaç basamak olduğunu söyler.

İsmet İnönü ‘’Siz mi saydınız, birisine mi saydırdınız’’ diye sorunca Demirel ‘’Bizzat kendim saydım efendim’’ der.

Bunun üzerine İsmet İnönü yüzünde muzip bir gülümsemeyle ‘’Teşekkür ederim Süleyman bey, sizin sayenizde bende öğrendim’’ dedikten sonra ‘’Süleyman Bey unutmayın; lider iş yapmaz, iş yaptırır’’ cevabını verir.


ZEKİ AMCA


Sekiz yaşında bir çocuktum, 1981 yılının ilk aylarında Nevşehir’de bir bebek dünyaya gelmişti ve isim düşünülüyordu, Almanya’da bulunan dedesi köydekileri arayıp ‘’Adı Tekiner olsun’’ demişti fakat 12 Eylülcüler yönetimdeydi ve köylüler ‘’Tekiner’’i öldürenlerin 12 Eylülcüler olduğunu biliyorlardı. O bebeğin adı‘’Ertekin’’ olarak nüfusa kaydettirildi.

Nevşehir’de büyüklerimden dinledim O’nun öyküsünü. Birkaç kelime ile anlatmamı isteseler sanırım şöyle sıralarım. ‘’Devrimci, emekten yana, idealist, cesur, yiğit, insan’’.

Mehmet Zeki Tekiner; 1980 yılının 17 Haziran günü Nevşehir şehir merkezinde güpegündüz herkesin gözü önünde arkadaşı Yavuz Yükselbaba ile birlikte katledilen  CHP Nevşehir İl Başkanı ve eski milletvekili.

O’nun engin hoşgörüsüne sığınarak ‘’Zeki Amca’’ diye hitap ederek yazıma devam edeceğim.

Zeki Amca, sadece CHP milletvekili ve il başkanı olmanın ötesinde bir halk önderidir. O en büyük emek örgütü olan DİSK’in avukatlığını yapar sadece işçilerin değil emekçi memurların, özellikle aydın, demokrat ve Atatürkçü öğretmenlerin davalarına hiçbir ücret almadan sahip çıkar.

Zeki Amca’nın gecesi gündüzü olmaz, nerede bir köylünün başı sıkışsa ya da birileri haksızlığa uğrasa gece yarısı olsa dahi onların yanına ve yardımına koşar.

Zeki Amca, bozkırın ortasında Nevşehir gibi bağnazlığın ve ilkel milliyetçiliğin kalelerinden olan bir ilde aydınlanmadan yana ve cumhuriyet değerlerinin halka doğru anlatılması için canı pahasına mücadele etmiş ve halkın gönlünde haklı bir yer edinmiş bir hukuk ve siyaset insanıdır.

Zeki Amca’nın parada ve makamda gözü yoktur, O parayı ve makamı sadece halka hizmet için bir araç olarak kullanır. Öyle ki 1977 seçimlerinde halihazırda milletvekili ve seçilmesi garanti olduğu halde cezaevinde bulunan CHP Nevşehir merkez İlçe başkanı Mustafa Bilgin’i cezaevinden kurtarabilmek için adaylıktan feragat eder ve Mustafa Bilgin’in ilk sıraya yazılmasını önerir.

Zeki Amca’yı kısacık bir yazıda anlatmak imkansız. Dilimize yerleşen ‘’Kanı yerde kalmayacak’’ gibi feodal bir söyleme sanırım karşı çıkardı.

Onun için diyorum ki ‘’Davası yerde kalmayacak’’ ve bizler O’nu örnek alarak halk için, halk adına bu davayı yüceltip Zeki Amca’dan aldığımız bayrağı gelecek kuşaklara teslim edeceğiz.

Zeki Amca, ruhun şad olsun, ışıklar içinde uyu.






24 Mayıs 2017 Çarşamba

CHP KURULTAYA GİDERKEN



Türkiye’nin en eski ve köklü partisi olan CHP’de olağan kurultay takvimi işlemeye başladı.

Fakat görünen o ki bu kurultay tam bir Olağanüstü Kurultay havasında geçecek. Gerçi CHP kurultayları her zaman heyecanı yüksek ve listeleri delerek Parti Meclisi’ne giren partililerin ve yapılan oylamalarda en çok çizik yiyen parti yöneticilerinin yaşandığı yerler olmuştur.

Atatürk’ün kurduğu ve ilk kurultayını  4 Eylül 1919’da yapılan Sivas Kongresi olarak tüzüğüne yazdığı CHP gerek tek parti döneminde gerekse çok partili dönemde devletin kuruluş felsefesi doğrultusunda hep ne düşündüğü dikkate alınan bir partiyken, son yıllarda yaşadığı kısır iç çekişmeler nedeniyle gündemi belirleyen değil gündeme uyan bir parti görüntüsü vermektedir.

Özellikle Atatürk döneminde yapılan kurultaylardaki konuşmalar ve kararlar incelendiğinde CHP kurultaylarında işçisinden köylüsüne, esnafından iş adamına kadar toplumun her kesiminin sorunlarına çözüm üretilirken eğitimden sağlığa, dış politikadan tarıma kadar her alanda devletçi ve halkçı değişimlerin karaları alınmış sadece bunlarla da sınırlı kalmayarak dünyada yaşanan sorunlarla ilgili de çözüm önerileri uluslararası kamuoyu ile paylaşılmış.

12 Eylül darbesinde bütün partiler kapatılıp parti yöneticilerinin büyük çoğunluğunun siyasi yasaklı olduğu dönemi iyi incelediğimizde aslında yasaklı olan tek partinin CHP olduğunu görürüz. Çünkü 24 Ocak 1980 Ekonomik Kararları olarak bilinen neoliberal politikaların mimarı Turgut Özal, AP iktidarında Süleyman Demirel’in bu kararların uygulanması için tam yetkilendirdiği kişidir ve 1983’te başbakan olarak aynı çizgide icraatlarına devam etmiştir.

Kapatılan MHP’nin genel Başkanı Alparsan Türkeş yaptığı savunmasında Kenan Evren ve cuntacıların icraatlarını kast ederek ‘’Biz burada yargılanırken fikirlerimiz iktidardadır’’ demiştir.

MSP genel başkanı Necmettin Erbakan’ın  en büyük hayallerinden olan her ile bir imam hatip lisesi 12 Eylülcüler tarafından hayata geçirilmiştir.

Bütün bunlar yaşanırken akademisyenler ve sendikacılar başta olmak üzere bilimsel ve sol değerleri temel alarak siyaset yapanlara siyaset yasağı getirilmiş adeta sol siyaset kendisini besleyen ideolojik kaynakların kesilmesiyle ideolojiden uzak, proje ve çözüm üretmek yerine hamaset yapan slogan solculuğundan öteye gidememiştir.

12 Eylül’ün, siyaset olarak din motifli ilkel milliyetçiliğe dayanan uygulamaları ve ekonomik olarak liberalizmi hayata geçiren projeleri sonucu siyaset bir toplumsal hizmet aracı olmaktan çıkarak kısa yoldan köşe dönmenin aracı haline gelirken CHP’de siyaset yapanlar ülkeyi yönetmek yerine partiyi yönetmenin derdine düşmüş ve her fırsatta kurultayı toplayarak iç çekişmelerin sürekli gündemde kalması nedeniyle parti içine bakmaktan ülkenin sorunlarına çözüm üretemez hale gelmiştir.

Bu olumsuz durumdan CHP’de etkilenmiş ve parti içinde ‘’Delege Ağası’’ denilen kişiler ortaya çıkarak hemşericilik ve bölgecilik yaparak ön seçimlerde ideolojisine ve liyakatına bakılmaksızın ‘’Bizim Adam’’ mantığıyla yöneticiler ve adaylar belirlenmeye başlamıştır. Bu yetmez gibi her seçim öncesi halkın her kesiminden oy alabilmek için ‘’Halkçı ve Devletçi’’ yani Sol-Kemalist çözümler üretmek yerine sağ siyasetin temsilcileri partide yönetici ve aday yapma yanlışlığına gidilmiştir.

Önümüzde bir CHP kurultayı var ve CHP’liler bu kurultaya giderken yine şark kurnazlığı ve ayak oyunlarıyla belirlenen hatta istisna durumlarda işletilmek üzere tüzüğe yazılan 12. Madde işletilerek adını ilk kez duyacağımız kişilerin karar vereceği bir kurultay mı yapacak yoksa 4 Eylül 1919 ruhuyla kurulan ve süreç içinde evrensel sol değerlerle bütünleşen antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı ideolojiyi benimsemiş kadroların iş başına geleceği bir kurultay mı olacak buna karar verilecek.


Son olarak şunu belirtmek isterim ki Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği CHP’nin geleceği ile paraleldir ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran iradenin Tam Bağımsızlık adına ilk kararlarını aldığı 4 Eylül Sivas Kongresi aynı zamanda CHP’nin 1. Kurultayıdır.

22 Mayıs 2017 Pazartesi

Alışmak




Cumhuriyet tarihinin en büyük doğal felaketlerinden olan 17 Ağustos 1999’da yaşadığımız depremden sonra Türkiye değerli bir bilim insanı olan Ahmet Mete Işıkara’yı tanıdı ve onun ‘’Depremle yaşamaya alışmalıyız’’ sözlerini belleklerine yazdı.

Söz çok doğruydu çünkü deprem sürekli kendini yenileyen doğanın kaçınılmaz gerçeğiydi ve olası depremlerde en az zarar görmek için önlemler alınmalıydı, ve depremi önlemek mümkün değildi.

Fakat ülkeyi yönetenler, belli başlı önlemlerle engellenebilecek olaylara oluşacak tepkiyi azaltmak ve kendi beceriksizliklerini kapatmak adına ‘’Bununla yaşamaya alışmalıyız’’ demeye başladı. 

Daha birkaç gün önce patlayan bir bomba sonucu insanların ölmesi üzerine varoluş nedeni halkı doğru bilgilendirmek olması gereken bir gazeteci canlı yayında ‘’Terörle yaşamaya alışmalıyız’’ diyordu.

13 Mayıs 2014’te Soma’da yaşanan maden faciasında 301 işçinin yaşamını yitirmesi sonucu bilim insanları gerekli önlemleri almayan işvereni ve O’nu denetlemeyen devlet kurumlarını eleştirerek ‘’Bu kaza değil cinayettir’’ derken ülke yönetiminde en yetkili kişi “Bunlar olağan şeylerdir. Literatürde iş kazası denilen bir olay vardır. Bunun yapısında fıtratında bunlar var.” açıklamasını yapmıştı.

En son Karaman’da Ensar Vakfı’nda erkek öğrencilere cinsel istismarda bulunulmasının duyulması üzerine bir bakanının "Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz.’’ sözleriyle irkildik.

Yazımın başında belirttiğim gibi deprem ve doğal afetler kaçınılmazdır ve gerekli önlemleri alarak bu afetlerle yaşamaya alışmalıyız. Fakat insan hatalarından kaynaklanan ve önlenmesi bizim elimizde olan hiçbir olayla birlikte yaşamak zorunda değiliz.

 Kısacası halkın inancında olan kaza ve kadere inanmak olgusunu kendi basiretsizliklerini örtmek isteyenlere geçit vermeyelim ve bilimin öncülüğünde, merkezinde insan olan uygulamalarla ‘’İnsanca yaşamaya alışalım’’.

16 Mayıs 2017 Salı

Mahzuni


Hünkâr'ın eşiğinde, hak yolunda,
Erenler Cem'nin gülü Mahzuni.
Halk uğruna zincir kolunda, 
Mazlum halkların dili Mahzuni.
Haksızlığa karşı civanmert idi,
İnsanlığın derdi O'nda dert idi,
Bütün dünya O'na yurt idi,
El ele verenlerin eli Mahzuni.
Barış kutsaldır O'nun dilinde,
Prangalar çiçek açar elinde,
Kargalar leş yemez dostun gülünde,
Akıllılar içinde deli Mahzuni.
Gâvur Müslim ayırmazdı gözünde,
İnsan olan insandır hakkın özünde,
Zakir'in beyitinde, deyişinde, sözünde,
Saki'nin elinde dolu Mahzuni.

10 Mayıs 2017 Çarşamba

ATATÜRK,NEDEN KENDİ PARASIYLA İRAN'DAN TOPRAK SATIN ALDI ?



Söz konusu Atatürkçülük olunca meydanı kimselere bırakmayanlar,Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün dünya siyasetini ve geleceği doğru okuyup şekillendirmesini nedense bir türlü kavrayamıyorlar.

1920’li yıllarda Karabağ'dan başka Azerbaycan’dan kopuk tek toprak parçası olan Nahçivan, İran ve Ermenistan arasına sıkışıp kalmışken Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk kendi parasıyla İran’dan toprak satın alarak Nahçivan Özerk Bölgesi ile bu günkü sınırlarımızı oluşturuyor.

Kurtuluş Savaşı için ‘’Biz bu savaşı yalnız kendi nam ve hesabımıza yapmış olsaydık daha az sürede ve daha az kanla biterdi. Biz bu savaşı bütün mazlum milletler adına yaptık’’ diyen Atatürk, o gün aldığı o toprak parçasıyla 1990’larda Karabağ’ın başına gelenlerin benzerinin Nahçivan’ın başına gelmesinin önüne geçmiştir.



Iğdır ilimize sınır komşusu olan Nahçivan ile toplam sınır uzunluğumuz 13 km civarında. Burada bulunan Dilucu Sınır Kapısı aynı zamanda Orta Asya’ya açılan kapımız.

Bu ve benzeri stratejik hamleleri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü savaşta yendiği düşmanlarının O’nun hakkında söylediği sözleri hatırlatarak anlatmak isterim.

1916 ve 1922 yılları arasında İngeltere başbakanlığı yapan Lloyd George şöyle diyor;

’’İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştiriyor. Şu talihsizliğimize bakınız ki o dahiyi Türkler tarih sahnesine çıkardı. Hem de bize karşı. Elden ne gelebilirdi?’’