30 Ocak 2017 Pazartesi

CHP'nin Kuruluş Şifreleri


Siyasi partiler genellikle var olan sisteme alternatif olarak kurulurlar ve iktidar olmak için mücadele ederler.Cumhuriyet Halk Partisi, olağanüstü koşullarda kurulan ve cumhuriyeti kurarak devrimleri yapan siyasi partidir.

Tarihi misyonunun bilincinde olan Mustafa Kemal Atatürk, CHP’nin kuruluş tarihini 9 Eylül olarak belirlerken bu günü tesadüfen belirlemiş olamaz.

11 Eylül 1923’te İçişleri Bakanlığı’na kuruluş dilekçesi verilerek kurulan CHP’nin kuruluş gününün iki gün öne alınarak 9 Eylül 1923 kabul edilmesi tarihe not düşmektir.

Çünkü 9 Eylül 1923, İzmir’in düşman işgalinden kurtarılması yani işgalci emperyalistlerin ülkeden kovulmasının birinci yıl dönümüdür.

Atatürk, 9 Eylül’ü CHP’nin kuruluş tarihi olarak belirlerken bütün dünyaya silahlı mücadelenin kazanıldığını ve bundan sonra aslolanın siyasi mücadele olduğunun mesajını verirken, 9 Eylül 1922 öncesi şartların oluşması durumunda silahlı mücadeleye baş vurulacağının şifresini vermiştir.

Yukarıda da belirttiğim gibi tarihi misyonunun bilincinde olan Atatürk, 9 Eylül 1923’te kurulan CHP’nin ilk kurultayını dört yıl geriye giderek 4 Eylül 1919 olarak tarihe not düşmüştür.

4 Eylül 1919 Sivas Kongresi’nin yapıldığı gündür.

Anadolu’nu işgaline karşı çıkanların kurduğu Müdafaa-i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin Atatürk’ün önderliğinde birleşerek Kuvay-i Milliye’yi oluşturması ve devamında TBMM tarfından yönetilen Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nın kazanılmasında 4 Eylül 1919’da yapılan Sivas Kongresi çok önemli bir gündür.

CHP’nin 1. Kurultayı olarak kabul edilen Sivas Kongres’inde alınan kararların başlıcaları şöyledir;
‘’Milli sınırları içinde vatan bölünmez bir bütündür;parçalanamaz’’‘’Her türlü yabancı işgal ve müdahelesine karşı millet top yekun kendisini savunacak ve direnecektir’’
‘’Kuvay-i Milliye’yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim kılmak temel esastır’’
‘’Manda ve himaye kabul edilemez’’
‘’Milli iradeyi temsil etmek üzere, Meclis-i Mebusan’nın derhal toplanması Mecburidir’’


Bu maddelerden de anlaşılacağı gibi CHP’nin kuruluş felsefesi Tam Bağımsızlık ve milli egemenliğe dayanan Demokratik Cumhuriyet’tir.

Süreç içinde emekten ve ezilenlerden yana bir siyasi çizgi belirleyerek dünya görüşünü Altıok’la simgeleştiren CHP’nin varoluş sebebi ve kuruluş felsefesi Tam Bağımsız Türkiye ideali için vaz geçilmezdir.

26 Ocak 2017 Perşembe

DÜNYA LİDERİ OLMAK


Adını tarihe yazdırmak ya da dünya lideri olmak birileri öyle dedi diye olmuyor.


Dünya lideri olabilmek için tarihin akışını değiştirecek işler yapmak hatta düşmanların tarafından bile takdir edilmek gerekir.

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a hareket etmeden yaklaşık üç buçuk ay önce 4 Şubat 1919’da Alemdar gazetesinin yazarlarından Refii Cevat (Ulunay), ile Şişli’deki evinde bir görüşme yapar.

Atatürk’ün dünya siyasetini daha o günlerde nasıl doğru okuduğunu ve dünyadaki güç dengelerini lehimize nasıl çevirebileceğimizi öngördüğünü o görüşmede buluruz.

Refii Cevat, bu görüşmeyi şöyle aktarır:

Sorularımı bitirip veda etmek üzere ayağa kalktığımda dedi ki:

"Biraz daha oturunuz lütfen."

Oturdum. Şöyle bir konuşma geçti aramızda:

"Soracağınız sorular bitti mi?"

"Bitti Paşam."

"Bu vatan içine düştüğü bu felaketten nasıl kurtarılır, istiklaline nasıl kavuşturulur? diye bir soru sormanızı beklerdim."

"Af buyurunuz Paşa hazretleri, bugün içinde bulunduğumuz bu şartlardan bu vatanın kurtulmasını en uzak ihtimalle dahi mümkün görmediğim için böyle bir soru sormadım."

"Siz gene de böyle bir soru sormuş olunuz, ben de cevabımı vereyim, fakat yazmamak şartıyla."

"Zatıalinizi dinliyorum Paşa hazretleri."

"Bakınız Cevat Beyefendi, sizin imkânsız gördüğünüz kurtuluş yolları vardır. Bugün herhangi bir teşkilatçı Anadolu’ya geçer de milleti silahlı bir direnişe hazırlarsa bu yurt kurtarılabilir.
Heyecanlanmıştım. Birinci Dünya Savaşı süresince gücümüzü öylesine tüketmiştik ki elimizde hiçbir şey kalmamıştı. Harplerden sağ kalanların ise ayakta duracak hâlleri yoktu."

"Nasıl olur Paşa’m?" diye yerimden fırladım.

Paşa sakindi:

"Aklınızdan geçenleri tahmin ediyorum, dedi; doğrudur. Görünüş tamamen aleyhimizde. Ama düşmanlarımız olan bu büyük devletlerin bir de iç yüzleri var."

"Nasıl Paşam?"

"Anlatayım. Siz sanıyor musunuz ki savaşı kazanmakla müttefikler aralarındaki bütün sorunları çözmüşlerdir. Aralarındaki asıl rekabet şimdi başlayacaktır.

Asırlarca birbirleriyle boğuşan Fransızlarla İngilizleri ortak düşman tehlikesi birleştirdi. Şimdi o eski rekabet, bıraktıkları yerden tekrar başlayacaktır. İtalya’nın da başı dertte. Onlar da her an bir iç karışıklık yaşayabilirler.

Sonuçta, Anadolu’da başlayacak bir millî direnişle hiçbiri mücadele edecek durumda değildir. Böyle bir mücadelenin tam sırasıdır." "Paşam, millî direniş... Güzel, ama neyle? Hangi askerle, hangi silahla,hangi parayla? Maalesef Paşa’m, kupkuru bir çölden farksız oldu bu güzel vatanımız."


"Öyle görünür Refii Cevat Bey, öyle görünür. Ama çölden bir hayat çıkarmak lazımdır. Çöl sanılan bu âlemde saklı ve kuvvetli hayat vardır. O, Türk milletidir. Eksik olan şey teşkilattır. Bu teşkilat organize edilebilirse vatan da millet de kurtulur."
Mustafa Kemal’e veda ettim; matbaaya geldim. Ne kafam almıştı ne mantığım. Daha doğrusu anlattıkları bana deli saçması gibi gelmişti. Matbaada arkadaşlar anlat diyorlardı; neler söyledi?

Anlattım: Şu sıralar Anadolu’ya geçilir, orada teşkilat kurulur, vatan bağımsızlığına kavuşur, millet de özgürlüğüne kavuşurmuş, anladınız mı arkadaşlar?

Bu deli değil, zırdeliymiş. O günlerde, o şartlar içinde İstiklal Mücadelesi’ne atılıp Türkiye’yi kurtarmaktan söz edenlere karşı herkes benim gibi düşünürdü. O günlerde böyle düşünen tek adam oydu; TEK ADAM !

İşte böyle eğer gerçekten dünya lideri olmak istiyorsanız dünyada olan bütün gelişmeleri takip etmekle beraber tarihi çok iyi bilmeniz gerekir.

Eğer Sevr Antlaşması ve onu doğuran nedenleri bilmiyor ya da Lozan Antlaşması’nın dünya tarihinin akışını değiştirdiğinden habersiz iseniz birilerinin lideri olabilirsiniz ama dünya lideri olamazsınız.

Yılmaz Özdemir

HADİ CANIM SENDE



15 Temmuz darbe girişiminden sonra başlatılan idam tartışmalarına baktıkça İsmet İnönü’nün beceriksiz ve yalancılar için kullandığı ‘’Hadi canım sende’’ sözü aklıma geldi.

16 yaşında bir kız çocuğu yerel bir radyodan özel birine diye bir şarkı isteğinde bulunacak, bunu duyan aile meclisi toplanıp namusumuz kirlendi diye o kız çocuğunu kendi kardeşine öldürtecek, yargılama sonrası namusunu temizleyen bu insanlara ceza indirimi uygulanacak ama ceza sistemine idamın girmesi istenecek.

Alkollü olduğu halde ters yola girip kendi halinde masum insanların ölümüne sebep olanlar daha ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılacak ama ceza sistemine idamın girmesi istenecek.

Namusuyla çalışan emekçilerin yıllarca biriktirdikleri parayı yasal boşluklardan faydalanarak dolandıran finans kuruluşu patronları elini kolunu sallayarak sefa sürmeye devam edecek, ama ceza sistemine idamın girmesi istenecek.

Şort giyerek dolaştığı için masum bir kızın suratına tekme atan hastalıklı biri kısa süre içinde serbest bırakılarak halkın arasında pimi çekilmiş el bombası gibi dolaşmaya devam edecek, ama ceza sistemine idamın girmesi istenecek.

Dünyadaki bütün hukuk devletlerinde halkın vergileriyle oluşan bütçeyi yağmalayan siyasetçiler yargılanırken, Türkiye’de dokunulmazlık zırhına bürünüp yargılanmak istendiklerinde de TBMM’de yapılan oylamada buna izin verilmeyecek, ama ceza sistemine idamın girmesi istenecek.

Yukarıda yazdığım örnekleri sayfalarca çoğaltmak mümkün. Şu an eminim ki sizinde aklınıza onlarca örnek geldi.

Diyeceğim o ki; sen ülkeyi yöneten güç olarak her türlü takdir hakkını suçlulardan yana kullanıp halkın hukuka olan inancını yerle bir edeceksin ve cezaevinde olması gereken suçluları halkın içine bırakacaksın sonrada siyasi hesaplarla idamın ceza sistemine girmesini isteyeceksin.


YILMAZ ÖZDEMİR

SOKAĞIN TAVANI KADAR



Bir sıkıntı var içimde,
Sokağın tavanı kadar.
İçim sığmıyor içime,
Sokağın tavanı kadar. (...)

Mazlum Çimen’e ait olan bu dizeler sanırım referandum öncesi durumu en güzel anlatan sözler.

Çünkü referandumda ‘’HAYIR’’ diyen ve diğer seçmenlerinde Hayır demesini isteyenlere sokaktan başka propaganda yapacak yer bırakılmadı.

Şöyle bir bakalım, yazılı ve görsel basının ezici bir çoğunluğu Evet diyenlerin elinde. Elinde olmayanları da her türlü baskı altına alarak seslerini yükseltemez hale getirdiler.

En son FETÖ operasyonlarıyla el koydukları şirketler de içinde olmak üzere sermayenin neredeyse tamamını kontrol ediyorlar.

OHAL’i gerekçe göstererek istedikleri yerde gösteri, yürüyüş, basın açıklaması ve mitingleri yasaklıyorlar.

Muhtarlar, Valiler ve Kaymakamlar başta olmak üzere sürekli toplantılar yapıp kamu adına görev yapanları halka Evet dedirtmek için yönlendiriyorlar.

Referandumda Hayır diyeceğini açıklayan Kamu-Sen Genel Merkezi’ni zorbalara bastırıp Genel Başkan İsmail Koncuk’u istifaya zorlayarak sendikaları önümüzdeki süreçte baskı altında tutacaklarının işaretini veriyorlar.

Halkın gözünde popüler olan hatta insanların çocuklarına isimlerini verdikleri futbolculara ‘’Büyük Türkiye için bende varım’’ videoları çektirilip sürekli yayın yaptırıyorlar.

Yukarıda yazdıklarım daha seçim süreci başlamadan yapılanlar. Seçim süreci başladığında daha nasıl yöntemler ve baskılarla karşılaşırız yaşayıp göreceğiz.

Sonuç olarak yapılması istenen anayasa değişikliğine ‘’HAYIR’’ diyenlere sokaktan başka propaganda yapacak yer kalmıyor.

Onun için çarşı-pazar, düğün-dernek dolaşarak mahalle bakkalından apartmandaki komşuya kadar ulaşabildiğimiz herkesle yüz yüze konuşarak bu değişikliğin her hangi bir partinin meselesi değil çocuklarımızın gelecekte nelerden yoksun kalacağını ve Türkiye’nin nasıl bir karanlığa sürükleneceğini sabırla ve ısrarla anlatmalıyız.



 

25 Ocak 2017 Çarşamba

O'NA SALDIRMAK







Yeniden düzenlenen müfredatta İsmet İnönü başlıklı konular derslerden çıkarılacakmış.

Asıl amacın ne olduğunu herkes çok iyi biliyor.

İsmet Paşa, soyadını savaş meydanlarında kazandığı zaferlerden aldı.

2. İnönü Zaferi kazanıldığında Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1 Nisan 1921’de Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya çektiği telgrafta ’’Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.’’ Diyordu.

Çıkarılan özel bir kanunla İsmet Paşa’ya İnönü soyadı verildi.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet Paşa’ya İnönü soyadını verirken bu soyadını sadece İsmet Paşa ve çocuklarının kullanabileceğini ve başka hiçbir aile tarafından İnönü soyadının kullanılamayacağını belirtirken İsmet Paşa’nın diğer kardeşleri ve annesi Temelli soyadını aldılar.

İsmet İnönü, gerek Batı Cephesi Komutanı, gerek Lozan Delegasyon Başkanı, gerek İlk Başbakan gerekse İkinci Cumhurbaşkanı olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra kurtuluşun ve kuruluşun ikinci adamıydı.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden hemen sonra çıkan ve büyük yıkımlara neden olan 2. Dünya Savaşı’nın dışında kalmamız İsmet İnönü’nün diplomatik zaferlerindendir.

Bütün dünyada çok partili sisteme geçmek savaşla ve kanla olurken, ülkemizde İsmet İnönü’nün demokrasiden yana alan tavrı sayesinde kansız savaşsız çok partili sistem kurumsallaşmıştır.

Aramızdan ayrıldığı 25 Aralık 1973’e kadar başta laiklik olmak üzere Atatürk İlke ve Devrimleri’nden ödün vermeyen, her karışıklıkta demokrasiden yana tavır alan İsmet İnönü’ye karşı bu düşmanca tavır ve hazımsızlığın asıl nedeni nedir?

Anadolu İslam inancında diğer İslam toplumlarında olmayan ’’Felek’’ tabiri vardır.

’’Kahpe Felek’’, ’’Kambur Felek’’, ’’Yazımızı kara yazan Felek’’ gibi deyimler bile üretilmiştir.

İnanca göre alın yazısını yazan Allah’tır. Fakat Allah’ı eleştirmek ya da tenkit etmek başlı başına öldürülme gerekçesidir. Anadolu insanı da ’’Felek’’ diye bir aracı üretmiş ve başına gelen beğenmediği olayların sorumlusu yapmıştır.

Eskilerin tabiriyle Teşbihte hata olmaz ama Atatürk’e saldırmak isteyenler kendilerine aracı olarak İsmet İnönü’yü seçmişler ve yıllardır Atatürk’e söyleyemediklerini İsmet İnönü’ye söyleyerek devam ettiriyorlar.

Yazımı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İsmet İnönü’ye 30 Ekim 1923’te yazdığı mektupla bitirmek isterim.

“SEVGİLİ Paşam, Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hiç itiraz etme. Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın.

Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin bu sefil duruma bakarak, kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını Lozan dönüşü sen bize anlattın. 

Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.

Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 km. kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.

Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olan bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyet’le de insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız.
Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor.

Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60’ı geçiyor.

Nüfusun % 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var.

Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. 

Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor.


Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. 

Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz milli iktisat, bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. 

Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı.

Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. 

Ama yılmamak, ucuz, geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. 

Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!”

Her iki büyük devrimciyi saygı ve minnetle anıyorum.

Yılmaz Özdemir




ATATÜRK İÇİN YAPTIRILAN TABANCA




Arjantin cumhurbaşkanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu kutlamak için Atatürk’e bir hediye göndermek ister.

Hediye bir silahtır. Üzerinde Türkiye'nin ilk liderinin, Atatürk'ün adı ve cumhuriyetin kuruluş tarihi yazılıdır.

İşte bu silah 26 Eylül 2012’de Londra'daki Christie's Müzayede Evi'nde 25 bin sterlin - yani yaklaşık 72 bin 600 liraya satıldı....

Browning model tabanca, 1910 Belçika yapımı. Kalibresi de 7,65 milimetre.
Üzerinde hem Arjantin'in eski cumhurbaşkanı Marcelo T. de Alvear'ın hem de Mustafa Kemal'in isimleri altın varakla yazılı.
Bir de 29 Ekim 1923 tarihi.

1922 ile 1928 yılları arasında Arjantin'in cumhurbaşkanı olan Marcelo T. De Alvear, Atatürk'le doğrudan tanışmamış olsa da, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk cumhurbaşkanını yakından takip etme fırsatı bulmuş.

Christie's Müzayede Evi'nin silah uzmanı Howard Dixon "Alvear cumhurbaşkanı seçilmeden önce, Birinci Dünya Savaşı'nın akabinde Arjantin'in bir nevi Paris büyükelçisiydi." diyor.

''Bu görevinden ve ilerici bir politikacı olmasından dolayı, savaş sonrası tartışmalara tanık olduğu sıralarda Atatürk'ün modern Türkiye'yi kurma çabalarından haberdardı. Atatürk'e duyduğu saygıdan dolayı da bu tabancayı ona özel bir hediye olarak yaptırdı."

Tabanca yakın geçmişte bir Christie's temsilcisi tarafından Şili'nin başkenti Santiago'da bir koleksiyonda bulunmuş.

Bu koleksiyona 1990 yılında dahil olmadan önce Arjantin'in başkenti Buenos Aires'te bir ailede bulunan tabanca, onlara da 1960 yılında Alvear ailesi tarafından verilmiş.

Mustafa Kemal Atatürk için özel yapılmış olmasına rağmen bu tabancanın şimdi neden Türkiye'de olmadığına dair kesin bir belge bulunmamakta. Dahası, tabancanın Atatürk'ün eline geçip geçmediği bile tam olarak bilinmiyor.

Silah uzmanı Dixon bu konuda "Ne yazık ki tabancanın 1960 yılı öncesi yolculuğuna ışık tutacak belge yok. Ailede kuşaktan kuşağa iletilen söylentiler, tabancanın İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Türkiye'den Arjantin'e geri gönderildiği yönünde."

Londra'da bulunan Christie's Müzayede Evi'nin yetkilileri, bu tabancaya oldukça yüksek ilgi gösterildiğini, en fazla arayıp bilgi almak isteyenlerin de yurtdışında yaşayan Türkler olduğunu belirtiyor.

Tabancayı 25 bin sterline Bülent Türker adında bir koleksiyoncu satın aldı.


Kaynak = Şeref İşler-BBC Türkçe

SENİN YÜZÜNDEN

Papatyaları görmedim
Denizi farketmedim
Yağmuru hissetmedim
Senin yüzünden.

Yüzüne değişmem
Ne papatyaları
Ne denizi
Ne de yağmuru.
 

TÜRKİYE

Açlık gelmiş dayanmış,
Ya avuç aç el kapılarında dilen Türkiye,
Ya da açlığa,yoksulluğa rest çek,
Avucunu sık yumruk olsun diren Türkiye.

Bütün kaynakların yağmalanıyorken,
Haramilerin ellerinde,
Senin genç kızların süslerken,
Zengin beylerin fantazilerini,
Sen bunu gelir sayıyorsun ya,
Kızarsın yüzün utan Türkiye.
Bir direniş duruyor senin bağrında,
Bak kavga arefesinde Anadolu,
Kavgaya hazır namuslu yiğit insanlar
Görmezden gelme,uyan Türkiye.
 
 

24 Ocak 2017 Salı

TARİHİN SON GAZİSİ



Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Osmanlı Tarihi Maddesi adlı eserinde Türkler’in İslam öncesinde savaşçılarına Alp ünvanını verdiğini, İslam sonrası bu ünvanın önce Alperen devamında da Gazi’ye dönüştüğünü söyler.

Gazaya katılmaktan yani hak yolunda vatan için hiçbir çıkar gözetmeksizin savaşmaktan gelen gazilik inancı Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasında önemli hatta başlıca rolü oynamıştır.

Kılıçla at üstünde seferden sefere katılan Alpler’in yanı sıra gönülleri fetheden kılıçsız savaşçılar yani Alperenler de en az gaziler kadar bu sürece katkı sunmuştur.

Bu gönül savaşçıları genellikle Hacıbektaş Dergahı’ndan nasip almış ve gittikleri her yerde hakkı ve adaleti tebliğ ederek Anadolu’daki dönüşümün sağlanmasında başarılı olmuşlardır.

Bir yanda Moğol istilası, bir yanda haçlı seferleri bir yanda da beylikler arası çekişmelerin olduğu bir dönemde gaziler bütünleştirici tutumlarıyla Anadolu birliğinin sağlanmasının mimarı olmuşlardır.

Gazada yaralanıp gazi olanların yanı sıra birde ‘’Önder Gaziler’’ vardır. Bunların ilk akla gelenleri Battal Gazi, Seyit Gazi, Ertuğrul Gazi ve Osman Gazi’dir.

Osmanlı Devleti kurulup saltanat devri başlayınca gazi ünvanı terk edilir. Osmanlı’da gazi ünvanını kullanan son kişi Orhan Gazi’dir.

Cumhuriyet tarihinde ise 19 Eylül Gaziler Günü olarak kutlanır.

Sakarya Meydan Savaşı’nın kazanılmasından sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi 19 Eylül 1921’de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya mareşal rütbesi ve gazi ünvanı verir.

Çünkü Mustafa Kemal, aynen tarihte olduğu gibi bir yanda düşman işgali, bir yanda işbirlikçi saray, bir yanda da iç isyanlara rağmen ‘’Anadolu Birliği’’ni sağlamış ve canını ortaya koyarak yurdun bağımsızlığını sağlamıştır. Ve soyadı kanunu çıktığı güne kadar imzasını Gazi Mustafa Kemal olarak atar.

Son söz; birileri istiyor diye tarih değişmez.

NEDEN HAYIR DİYORUM



''Hafızayı beşer, nisyan ile malüldür'' Eskilerin kullandığı bu tabir ‘’İnsan hafızası unutmasıyla ünlüdür.’’ anlamında söylenmektedir.

Hadi hafızamızı biraz yoklayalım.

Üçlü koalisyonun ortağı olan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ısrarı ve dayatmasıyla yapılan 3 Kasım 2002 Genel Seçimleri sonrası AKP yüzde 34 oy oranı ve 363 milletvekili ile iktidar oldu.

2001 yılında Türkiye’yi ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Dick Channey dönemin başbakanı Bülent Ecevit’ten Irak’a müdahele konusunda olumsuz cevap almış ve eli boş olarak ülkesine dönmüştü.

3 Kasım Genel Seçimleri sonrası AKP hükümeti kurulur kurulmaz ilk yaptığı çalışmalardan biri Irak’a ABD ile ortak müdahele etmek ve ABD askerlerinin Türkiye’de konuşlanmasının önünü açmaktı.

Cüneyt Zapsu gibi isimlerin şiddetle desteklediği ve 25 Şubat’ta TBMM’ne sunulan hükümet tezkeresinin 1 Mart’ta oylanarak reddedilmesinde yurttaşların milletvekillerini ciddi anlamda baskı altına almalarının payı büyüktü.

Türkiye’deki camilerde müslümanların kafirlere galip gelmesi için dua edlip Ortadoğu’da ölen müslümanlar için gıyabi cenaze namazları kılınırken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart 2003'te, Wall Street Journal'da yayınlanan ve bizzat kendisinin yazdığı makalede: "Cesur, genç erkek ve kadınların, en az kayıpla eve dönmeleri için; size, umutla dua ediyorum!" diyerek, Amerikan askerlerine dua ediyordu.

1 Mart Tezkere’si TBMM tarafından reddedilirken Türk Halkı’nın çok büyük bir çoğunluğunun takdirini kazanıyor ve halkın gözündeki saygınlığı artıyordu.

Biraz daha yakın tarihe gelerek hafızamızı yoklamaya devam edelim.

2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerininin hemen ardından TBMM'den geçen ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın da ilk onayladığı yasa olan torba yasada yer alan düzenlemede, Başbakanlık Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) Başkanı'na "Milli güvenlik", “kamu düzeninin korunması” ve “suç işlenmesinin önlenmesi” gibi nedenlerle ve “gecikmesinde sakıncalı bulunan hallerde” bir internet sitesini 4 saat içinde kapatma yetkisini verilmişti.


Anayasa Mahkemesi (AYM) yapılan itirazı değerlendirerek düzenlemeyi iptal etmiş ve yargı kararı olmadan herhangi bir internet sitesinin kapatılamayacağı kararını alarak yürütmenin keyfi davranmasının önüne geçmişti, artık internet siteleri idare tarafından değil, ancak bir yargı kararı olursa kapatılabilecekti.

Yukarıdaki iki örnekte olduğu gibi TBMM ve AYM ile ilgili örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Bu iki örnekte de olduğu gibi ‘’Yasama’’ ve ‘’Yargı’’ güçlerinin ‘’Yürütme’’nin emrine verilmesi ileride onarılması mümkün olmayacak sonuçlar doğuracaktır.

Onun için Nisan ayında yapılması düşünülen Anayasa Referandumu’nda HAYIR diyeceğim.




22 Ocak 2017 Pazar

KAPADOKYA EFSANESİ


Zamanın birinde dünyada başları yüksek dağlara denk olan korkunç devler yaşarmış. İnsanlar bu devlerden çok korkar ve onları kızdırmamaya dikkat edermiş. 

Belli dönemlerde de bu dağların zirvesindeki sunaklarda toplanıp devler hiç kimseye zarar vermesin diye dualar ederlermiş. Yine de bazen bu devler insanlara kızarmış ve Kızdıkları zaman da oturdukları dağların tepesinden insanların üzerine korkunç gürültülerle ateş dalgalarını gönderirlermiş

Günlerden bir gün periler ülkesinin padişahının yolu bu insanların ülkesi olak Kapadokya'ya düşmüş. Peri padişahı insanlar için çok üzülmüş ve onlara yardım etmeye karar vermiş. Tüm perileri çağırmış hemen.

Perilere; Eğer biz zalim devlerin yaşadığı dağların ateşini söndüre bilirsek devler de yerin altına kaçar ve insanları bir daha rahatsız etmezler.

Binlerce peri ellerinde kar ve buz tanelerini fokurdayan ateşe atmaya başlamışlar. Hiç durmadan günlerce ateşi kara ve buza boğup söndürmeyi başarmışlar.

Sonunda devler korkup yerin derinliklerine kaçıp saklanmak zorunda kalmışlar. İişte o günden sonra insanlar ve periler arasında çok sıkı bir dostluk oluşmuş. Bu dostluk uzun yıllar devam etmiş. İnsanlar kayalara oydukları mağaralarda yaşarken periler de sivri kayalıkların üzerlerindeki küçük odacıklarda yaşamışlar.

İnsanların Padişanın çok yakışıklı bir oğlu Revan ve Periler Padişahının da çok güzel bir kızı Gülperi. Güzeller güzeli Gülperi rüyasında gerçek hayatta asla göremeyeceğine inandığı yakışıklı bir genç görmüş. Gülperi rüyasında gördüğü Revan'ı kurtarmış ve evlenmek istemişler. Ancak insanlar bu evliliğe karşı çıkmış ve evliliği önlemek için Perilerle savaşmaya karar vermişler. Periler padişahı bu durumu öğrenince savaşıp insanları yok etmektense ayrılmayı seçmiş.

Ancak ayrılınca insanların devlerle baş edemeyeceğini düşünmüş ve emrindeki tüm perilere güvercin olmalarını emredip yine aynı yerde kalmalarını söylemiş.

Gülperi de insanlar ve halkı arasındaki savaşa engel olmak için babasının isteğini yerine getirerek beyaz bir güvercine dönüşmüş. Her gün odasından çıkıp Revan'ın odasının penceresine konuyormuş.

Revan da penceresine konan güvercini avuçlarına alıp Gülperi'ye duyduğu özlemi onu şefkatle sevip okşayarak gidermeye çalışıyor, hıçkıra hıçkıra ağlıyormuş.

Ve Kapadokya ile ilgili Bedri Rahmi Eyüboğlu'ndan bir şiir ile yazımı bitiriyorum.

ÜRGÜP ŞİİRİ

Bir masaldır yelken açmış
Yelkeni taş, rüzgârı taş
Teknesi taştan
Bir kadehtir dolup taşmış
Köpüğü taş, salkımı taş,
Saçağı taştan
Bu bir acaip dünyadır
Her yanı taştan
Güpegündüz bir rüyadır
Yatağı taş, yorganı taş, yastığı taş
Uykusu taştan...

BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU