30 Kasım 2017 Perşembe

KRİZE KARŞI ÖNERİ

Hükümetin izlemiş olduğu yanlış politikalar sonucu AB ve ABD başta olmak üzere neredeyse tüm dünya ülkeleriyle sorun yaşayan Türkiye belki de tarihinin en büyük ekonomik krizi ile karşı karşıya.

‘’En büyük kriz’’ diyorum çünkü onlarca yılda halkın paralarıyla oluşturulan KİT’ler 24 Ocak 1980’de alınan kararlar sonrası bir bir elden çıkarılarak özelleştirme adı altında çoğunluğunu yabancı sermayenin oluşturduğu şirketlere peşkeş çekildi.

Bugün ülkemize uygulanacak olası bir uluslar arası ambargoya karşı direnecek bir milli sanayimiz yok. 31 Aralık 1995 tarihinde yürürlüğe giren Gümrük Birliği Anlaşmasıyla iç pazarımızı AB ülkelerine sınırsız açtık ve o günden sonra dış ticaretimiz AB’nin lehine bizim aleyhimize her geçen yıl büyüyerek devam etti.


1980’lerde dünyada kendini doyurabilen 7 ülkeden biri olarak anılırken bu gün pek çok tarım ürününü ithal eder duruma geldik buna karşın uygulanan yanlış tarım politikaları sonucu kendi çiftçimiz ürününü zararına satar ve üretemez duruma geldi.

24 Ocak Kararları, Sosyal Devlet’ten Liberal Devlet’e geçiş adına ve halkın aleyhine olan önemli bir kırılma noktasıdır. Devamında kurulan bütün hükümetler 24 Ocak Kararları’nı istisnasız uygulamış ve bu gün olacak büyük krizin adeta hazırlayıcıları olmuştur.

Geldiğimiz noktada yapılması gereken TBMM kriz gündemiyle acilen çalışmaya başlamalı ve komisyonlar kurularak önlemler geliştirilmelidir.

Adeta bir kayıkçı kavgasını andıran yapay gündemler bir kenara bırakılarak halkın beklentilerine yanıt verecek yasalar yapılmalı.

Gümrük Birliği’nden derhal çıkılmalı.

Milli bir tarım politikası oluşturulmalı.

Başta Telekom, Petlas, Tekel, Sümerbank gibi özelleştirilen kurumlar kamulaştırılmalı.

Ekonomik alanda Milli Seferberlik ilan edilmeli ve bu seferberliğe bütün sosyal sınıflar gücü oranında katılmalı.

Bütün bunlar yapılırken inisiyatif TBMM’de olmalı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerleri her türlü tartışmanın dışında tutulmalıdır.

21 Kasım 2017 Salı

TARİH BİLMEMEK


Sömürgeci emperyalistlerin ve onların bölgedeki işbirlikçilerinin Ortadoğu’da yaşattığı kanlı ve kirli savaş her geçen gün ülkemizi kuşatmaya devam ediyor.

En son Halep’te oluşan durum ve Halep’in rejim güçleri tarafından ele geçirilmesi sonucu başta sosyal medya olmak üzere kamuoyunda mezhep eksenli yorumlar yapılmakta ve İslam’ın farklı yorumlarına inanan insanlar adeta birbirine düşman edilmeye çalışılmaktadır.

Emperyalizmin en bilinen yöntemi, ele geçirmek ve sömürmek istediği coğrafyada yaşayanları etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden ayrıştırmak ve kendisine karşı ortak cephe kurulmasının önüne geçmektir.

Milli Şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un dediği gibi;

‘’Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.’’



Dün bazı haberlerde okurken bile insanlığımdan utandığım bazı paylaşımlarda 15. Asırda bu coğrafyada yaşanan taht ve iktidar kavgalarını örnek gösterip tarihte kurulmuş yüzde yüz Türk devletlerinden olan Safavi ve Akkoyunlu devletlerinden intikam almaktan bahsederken, günümüzde gerek Ortadoğu’da gerekse Türkiye’de yaşayan ve kendileri gibi inanmayan bir mezhebin mensuplarını yok etmekten bahsedenler umarım emperyalizme hizmet ettiklerini fark ederler.


Yeri gelmişken içinde bulunduğumuz ve tarih bilmeyenlerin yönlendirdiği bu toplumda halimizi anlatan bir fıkra paylaşmak isterim.


’’Yeniçerinin birisi camide vaaz dinlerken hoca Yahudiler’in lanetli millet olduğunu, Hz. Musa’yı terk ettiklerini ve Hz. İsa’yı çarmıha gerdiklerini anlatmış. Camiden çıkan yeniçeri, doğruca Kapalıçarşı’ya giderek kılcını Moiz’in boğazına dayayıp ‘Sevdiklerinde vedalaş canını alacağım’ demiş. Moiz gözleri yerinden fırlayarak ‘Ben ne yaptım ki kuzum’ demiş. Yeniçeri ‘Siz Hz. İsa’yı çarmıha germişsiniz’ Moiz ‘Kuzum o bin beş yüz sene önceydi’ deyince yeniçeri ‘Olsun ben yeni duydum’ cevabını vermiş’’


Bu tarih bilmeyenler Şah İsmail’in öz be öz Türk olduğunu ve Şah Hatayi adıyla bugün bile çok sevilerek söylenen türküler oluşturduğunu ve Türk Halk Müziği’nde Yedi Ulu Ozan’dan biri kabul edildiğini bilmezler. Tıpkı Yahudiler’in Osmanlı Padişah’ı Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’a getirildiğini ve koruma altına alındıklarını bilmedikleri gibi. Padişah kelimesinin ‘’Şahın Ayağı’’ anlamına geldiğini bilmedikleri gibi.


Şah Hatayi ve Yedi Ulu Ozan demişken William Shakespeare’e ait olan bir sözü yazmadan geçemeyeceğim; ’’Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.’’


Bu coğrafyada kader birliği yapmış ve yirminci yüz yılın başında sömürgeci emperyalistleri Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde bu topraklardan kovmuş insanların günümüzdeki mirasçıları olarak bize düşen görev; tarihi iyi okuyup nereden ve kimden gelirse gelsin emperyalist saldırılara karşı ortak cephe oluşturmak ve gerek ülkemizde gerekse komşu ülkelerde ‘’Tam Bağımsız’’lığı savunmak olmalıdır.

13 Kasım 2017 Pazartesi

TÜRKİYE DİN DEVLETİ OLUR MU


Geçmişi 1950’lere dayanan ve 12 Eylül Darbesi’yle iyice köklenen karşı devrim ve siyasal İslamın güçlenmesine karşılık, bu ülkenin gerçek aydınları ve ilericiler bu sürecin tehlikeli olduğunu ve Türkiye’yi din devletine götüreceğini söylüyorlardı.

Fakat medyadan akademi çevrelerine, sermaye sahiplerinden siyasetçilere kadar devletin kaynaklarından nemalanan pek çok kesim bu korkunun yersiz bir paranoyadan ibaret olduğunu söylüyor ve halkı din devletinin olamayacağına ikna etmeye çalışıyordu.

Türkiye’de din devleti kurulur mu? Aklın ve bilimin yerini çağ dışı kurallar alır mı? Bunu uzun uzadıya yazmak yerine sizlerle bir ‘’Kıssadan Hisse’’ paylaşmak isterim.

Adamın bir, canhıraş bir vaziyette şehrin emniyet müdürlüğüne girer ve müdürle görüşmek istediğini söyler.


Müdür adamı karşısına oturtur ne sorunu olduğunu sorar. 

Adam, evinde bir timsah olduğunu ve kendisini yemesinden korktuğundan bahseder.


Müdür hemen adresi sorar ve şehrin merkezinde güvenlikli bir sitedeki gökdelenin 36. Katında oturduğunu öğrenince öyle bir yerde timsahın olamayacağını söyler.


Adam ısrarcıdır. Timsahın evde ve tehlikeli olduğundan bahseder.

Adamı timsahın orada olamayacağına ikna edemeyen emniyet müdürü şehirdeki en ünlü psikologu arayıp kendisine bir adam yönlendireceğini ve bu konuda telkinde bulunarak timsahın orada olmadığına ikna etmesini ister.


Adam yanında bir polisle psikologa gönderilir. Fakat O ısrarla timsahtan ve tehlikeden bahseder.


Adamı muayene sedyesine yatıran psikolog şehrin merkezinde hele ki korunaklı bir gökdelenin 36. Katında timsahın olamayacağını, bunun bir hayal ürünü ve içsel korkuların dışa vurumu olduğunu söyler.


Adam ısrarla timsahtan bahsetse de iki gün süren telkinler sonucu evinde timsahın olmadığına ve hayal gördüğüne ikna olur.

Psikolog ve polisler görevlerini yapmanın mutluluğu içinde adamı evine gönderirler.


Birkaç ay sonra psikolog ziyaret amaçlı o gökdelene gider. 

Birden aklına o adam gelir ve kapıdaki güvenlik görevlisine o adamı sorar.

Güvenlik görevlisi o adamın öldüğü söyler. Psikolog şaşkınlıkla ölüm nedenini sorunca, güvenlik görevlisi ’’Evinde vahşi bir timsah varmış adamı yemiş.’’ Cevabını verir.

12 Kasım 2017 Pazar

HASAN ALİ YÜCEL



Makamlar vardır kişilere değer katar. Kişiler vardır makamlara değer katar.

Hasan Ali Yücel, makamlara değer katan kişilerdendir. Türk Devrimi’nin ve aydınlanmasının eğitim alanındaki en önemli kişilerinden olan Hasan Ali Yücel, kendi yazdığı ders kitaplarından yaptığı çevirilere kadar çağdaş, parasız ve laik eğitime eşsiz katkılar sunmuştur.

15 Temmuz darbe sürecinden sonra Boğaziçi Köprüsü başta olmak üzere pek çok yerin adı değiştirilirken Trabzon’daki Hasan Ali Yücel İlköğretim Okulu’nun adı değiştirilmek istendi fakat gelen tepkiler üzerine vazgeçildi.

Hasan Ali Yücel adı pek çok yerde olduğu gibi Kartal merkezde bulunan Kartal Belediyesi Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde de yaşatılıyor.

Sizlerle Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nin açılışında yaşanan hoş bir anıyı paylaşmak istiyorum.

Tarih 17 Nisan 1992 yani Köy Enstitüleri’nin kuruluş yıldönümü. Açılış için çok anlamlı bir tarih. Kartal’da SHP’li Mehmet Ali Büklü belediye başkanı ve partisi hükümet ortağıdır.

Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nin açılışı için SHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü’den İBB Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e, aydın ve sanatçılardan milletvekillerine kadar kalabalık bir protokol bulunmaktadır.

Açılışa davet edilenlerden birisi de Hasan Ali Yücel’in oğlu ünlü şair Can Yücel’dir. İçerideki kalabalıktan ve konuşmalardan sıkılan Can yücel, dışarıya çıkar ve kaldırıma oturarak bir sigara yakar.

Can Baba her zamanki gibi sıradan günlük kıyafetler giymiş ve saçı sakalı karışıktır. O’nu tanımayan bir belediye zabıtası yanına gelerek ‘’Dayı buradan uzaklaş, içeride önemli bir toplantı var’’ der. Can Yücel, zabıtanın kendisini tanımadığını görünce ‘’Sigaramı içip kalkacağım’’ der. Ses tonunu yükselten zabıta ‘’Ya kalk hadi. Yayılmışsın buraya babanın malı gibi’’deyince Can Yücel, duvarda kocaman harflerle yazılan Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi yazısını gösterir ve ‘’Babamın malı oğlum’’ der.

Bu ülkede gerçek aydın ve gerçek demokratlar olduğu sürece ne Hasan Ali Yücel’in adı, ne de Cumhuriyet kazanımlarının unutturulamayacağı düşüncesiyle hepinizi selamlıyorum.